1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

'Reel sektör krize daha açık'

6 Şubat 2012

İktisatçı Prof. Dr. Aykut Kibritçioğlu Türkiye ekonomisine ilişkin olarak, para-kur-faiz-enflasyon gibi kısa vadeli konuların ötesine geçip, uzun vadeli politikalar üzerinde durmak gerektiğini belirtiyor.

https://p.dw.com/p/13y3h
Fotoğraf: picture alliance / Newscom

Hükümet kanadında Türkiye’nin büyümesinin bu yıl da hız kesmeyeceği, Avrupa’daki krizin bir anlamda yeniden “teğet geçeceği” yorumları yapılırken, yurtdışı basın, ekonomi ve akademi çevrelerinde bu aşırı kendine güvenin ekonomik balonlar yaratacağı uyarıları da yapılıyor. Bu konudaki olumsuz yorumların ortak noktası, büyümekte olan Türkiye ekonomisinin esasen yabancı sermaye girişine dayandığı ve kısa süre içinde bu akışın sona erebileceği üzerine yoğunlaşıyor.

Küresel ekonomik krizde en kötü geride kaldı mı, Türkiye’nin büyümesi bir “Lale Devri” mi, yoksa sürdürülebilir büyüme yakalandı mı tartışmalarını Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından Ankara Üniversitesi Profesörü Aykut Kibritçioğlu'na sorduk. ABD’li saygın ekonomik araştırma kurumu RepEc’in araştırmasına göre 2011’de dünyada makaleleri en çok indirilen Türk iktisatçı olan Kibritçioğlu, 2012’de Türkiye’nin kısa vadeli büyüme performansının gerileyeceğini, ancak uzun vadeli büyüme için gereken önemli noktalara dikkat çekiyor.

Flash-Galerie Symbolbild Euro
Euro Bölgesi borç krizinin, AB ülkelerinin ve onlardaki krizden etkilenecek üçüncü ülkelerin Türkiye’den yapacakları ithalatı daraltabileceği belirtiliyorFotoğraf: picture-alliance/dpa

Türkiye ekonomisinin görünümü ve 2012 performansı üzerinde hükümet kanadında oldukça olumlu, yurtiçi ve yurtdışı analistler tarafından ise görece olumsuz beklentiler açıklanıyor. Türkiye ekonomisinin yaşadığı kimi zaman ifade edildiği gibi bir “Lale Devri” mi, yoksa sürdürülebilir bir büyüme yakalandı mı? Sizin pencerenizden ne görünüyor?

Gerek siyasetçiler, gerek seçmenler ve gerekse bilim insanları olarak, Türkiye ekonomisiyle ilgili konuşurken, para-kur-faiz-enflasyon-borsa meseleleri gibi daha çok kısa vadede önemli olan konuların ötesine geçip eğitim, sağlık, ekoloji, teknoloji, nüfus ve kurumların inşası ve geliştirilmesi gibi çok uzun vadeli ve önemli politikalar hakkında kafa yorduğumuzda temel sorunlarımızın çözümüne biraz daha yaklaştık demektir. Öte yandan, elbette, finansal sektörün gelişimini ihmal etmeden reel sektörün geliştirilebilmesi, bunun için gerekli kurumsal ortamın iyileştirilmesi (hukukun üstünlüğünün sağlanması ve fikrî ve sınaî mülkiyet haklarının güvence altına alınması gibi) ve nihayet, doğru ve uyumlu para-maliye-ticaret politikalarının tasarlanması da önemlidir.

Bu bağlamda, 2012’deki küresel ve yerel şartların ve olumsuz olası gelişmelerin bir sonucu olarak Türkiye’nin kısa vadeli büyüme performansında biraz gerileme yaşanması sürpriz olmaz. Ama asıl önemli olan uzun vadeli iktisadî büyümeyi ve hatta kalkınmayı sağlamak ve sürdürülebilir kılmaktır.

Türkiye ekonomisinin en güçlü ve en zayıf yanları sizce nelerdir? Cari açık sizce de en öne çıkan sorun mu?

Türkiye ekonomisinin reel kesimi giderek dış dünyaya daha başarıyla entegre olurken, finansal kesimde bankacılık sektörünün yapısı Kasım 2000-Şubat 2001 krizinden sonra alınan bir dizi önlemle hızla güçlendirildi. Kamu kesimi açıkları son on yılda ciddi ölçüde disiplin altına alındı. Olası bir yeni döviz krizini önleyebilmek veya geciktirebilmek açısından Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın sahip olduğu rezervler geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde yüksek düzeylere çıktı. Türkiye’nin ödemeler dengesine baktığımızda, dolaysız yabancı sermaye girişlerinin özellikle 2006 yılından itibaren kayda değer artışlar gösterdiğini görüyoruz.

Buna karşılık, Türkiye’nin ödemeler dengesindeki cari hesap açıkları hâlâ baş ağrıtmaya devam ediyor. Aslına bakarsanız, iktisatçılara göre, ilke olarak, cari açıklar kendi başına bir tehdit kaynağı oluşturmaz. Önemli olan, bu açıkların finanse edilme biçimidir. Dışa açık bir ülkenin, uzun yıllar boyunca cari hesap açıkları vererek biriktirdiği dış borçlarını geri ödeyebilmek için er ya da geç cari hesap fazlaları verir hale gelmesi gerekecektir. Türkiye ekonomisi, son 5-6 yıldır dışarıdan uzun vadeli yabancı sermaye çekebilmek açısından başarılı sayılabilecek bir performans gösteriyor. Ama özellikle Temmuz 2003-Temmuz 2007 ve Şubat 2010-Temmuz 2011 dönemlerinde net kısa vadeli sermaye, yani sıcak para girişlerinde yaşanan kümülatif hızlanmalar, ödemeler dengesi açısından çok sağlıklı kabul edilemeyecek bir gelişmeye işaret ediyor.

Türkiye ekonomisinin mevcut kırılganlıklarıyla ilgili diğer bir gösterge olarak, mal ihracatının mal ithalatını karşılama oranında 2010 yılının ikinci yarısından itibaren meydana gelen ciddi düşüşlere de işaret etmeliyim. Bu olumsuz gelişmenin tek başına kesin bir “kriz sinyali” oluşturmayacağı aşikârdır. Ancak, bu düşüşün yüzde 56 gibi kritik bir değerin altında kalmamasına da mutlaka tarihî gerekçelerle dikkat edilmesi gerekir.

Uluslararası birçok kuruluşun küresel ekonomik görünüm raporunda dünya ekonomisinin zorlu bir yıla girdiğinden ve finansal krizin ikinci dalgasının gelişmekte olan ülkeleri daha çok etkileyeceğinden bahsediliyor. Avrupa’da devam eden ve derinleşebilmesi beklenen durgunluk ve ABD'de hızlanmayan toparlanma, Türkiye ekonomisini ne yönde etkiler?

Symbolbild China Chinesische Währung Renminbi Yuan
Prof. Dr. Kibritçioğlu, ekonomik ve siyasî etki ve gücün ABD'den Çin ve Hindistan gibi bazı Asya ülkelerinin eline geçeceğini düşünüyorFotoğraf: picture-alliance/dpa

Bu konu, aslında büyük ölçüde, az önce sözünü ettiğim cari hesap açıklarındaki artışlar ve ihracatın ithalatı karşılama oranındaki güncel düşüşlerle ilgili. Çünkü Türkiye ekonomisinin dış dünyayla olan bağlantı kanallarının daha güçlü ve dış etkilere daha açık olan bölümü finans akımlarından çok reel sektör (mal) akımlarıyla ilgilidir. Bunda, kuşkusuz, finans piyasalarımızın, son 10-15 yıldır hızla gelişmiş olmasına rağmen, uluslararası düzeyde hâlâ göreli olarak “az gelişmiş” sayılmasının da rolü var.

Euro Bölgesi borç krizinin, giderek büyük AB ülkelerini bile içine çekerek derinleşiyor ve yaygınlaşıyor olması; önemli dış ticaret partnerlerimiz olarak AB ülkelerinin ve onlardaki krizden etkilenecek üçüncü ülkelerin Türkiye’den yapacakları ithalatı daraltabileceğini ima ediyor. Öte yandan, küresel emtia (özellikle ham petrol ve gıda) fiyatlarındaki olası yeni büyük artışlar da Türkiye için toplam ithalat faturasının ve iç enflasyonun artışı açısından bir diğer dış risk unsurunu oluşturuyor.

Önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinde özellikle gelişmiş ekonomiler kaynaklı bir durgunluk bekliyor musunuz? Dünya ekonomi dengelerindeki değişime ilişkin öngörüleriniz neler?

Dünya, önümüzdeki birkaç on yıl boyunca ekonomik ve siyasi etki ve gücün ABD'den Çin ve Hindistan gibi bazı Asya ülkelerinin eline geçişine tanıklık edecek gibi gözüküyor. Ancak, bu süreç, pek çok bakımdan hiç de kolay ve sorunsuz yaşanacak bir uyum süreci olmayacak. Kısa vadede ise, uzun vadeli bu olası değişmelerin yarattığı öncü sıkıntıları pekiştiren çeşitli sorunlar ve riskler var. Son aylarda yapılan çeşitli öncü gösterge analizleri gerek dünya ölçeğinde, gerekse Euro Bölgesi, ABD ve İngiltere gibi bazı büyük ekonomiler özelinde hem mevcut durum hem de gelecekteki altı ay açısından ciddi olumsuzluklara işaret ediyor. Dünya ekonomisi, ekonomik risklerin yanı sıra, ekonomik olmayan bir dizi ek riskle de karşı karşıya. Üstelik tıpkı ekonomik risklerin kendi aralarında olduğu gibi, ekonomik olmayan risklerin de hem kendi aralarındaki hem de ekonomik risklerle aralarındaki karşılıklı etkileşim bütün ülkeler ve ülke yönetimleri için 2012'de durumu iyice zorlaştırıyor ve belirsizleştiriyor.

© Deutsche Welle Türkçe

Röportaj: Kıvanç Özvardar Gülaslan

Editör: Ercan Coşkun