1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

“Avrupa Birliği, Türkiye’yi kaybetmemeli”

8 Mayıs 2010

İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Joan Clos, büyük dönüşüm geçiren ve demokratikleşen Türkiye’nin AB’yi hak ettiğini söyledi. Büyükelçi, “Lütfen Sevr gibi devasa boyuttaki hatayı tekrarlamayalım” dedi. Değer Akal’ın haberi

https://p.dw.com/p/NJCW
Fotoğraf: DW

Türkiye’nin AB üyelik süreci; Kıbrıs sorunu ve Avrupa kamuoylarından yükselen itirazlar nedeniyle çıkmaza girmiş durumda. Türkiye siyasetinde ve dış politikasında yaşanmakta olan hızlı değişim ise kimilerinde umut, kimilerinde endişe yaratıyor. Gerek Avrupa gerekse Türk kamuoyunda kafa karışıklığının egemen olduğu bu dönemde, AB Dönem Başkanı İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Joan Clos, DW’ye çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye’deki değişim sürecinden umutlu olduğunu vurgulayan Büyükelçi, Soğuk Savaş döneminden bu yana Avrupa için büyük fedakârlıklar yapan ve son dönemde demokratikleşme yönünde önemli adımlar atan Türkiye’nin, AB kulübüne katılmayı hak ettiğini söyledi. Büyükelçi, DW'den Değer Akal’ın sorularını yanıtladı:

DW: 9 Mayıs Avrupa Günü, AB adayı Türkiye'de bugüne kadarki en kapsamlı etkinliklerle kutlanıyor. Ancak müzakere sürecinde yaşanan sorunlar nedeniyle birçokları AB sürecinin geleceği konusunda karamsar. Siz Türk halkına nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

“Avrupa Birliği’ne üyelik arzunuzu muhafaza edin. Çünkü Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliği’nde. Soğuk savaş dönemi ve izleyen süreçte Türk halkının yaptığı tüm fedakarlıklar karşısında biz onlara ‘liberal demokratik kulübe hoş geldiniz’ demeliyiz, bunu Türk halkına borçluyuz. Ama aynı zamanda Türkiye’den de demokratik ilkelere uyum sağlamasını istiyoruz.”

DW: İspanya dönem başkanlığında dört fasılda daha müzakereleri açmayı hedefliyordu. Ancak AB’den Sorumlu Bakanınız, Kıbrıs sorunu, Yunanistan ve Fransa nedeniyle bu fasıllarda da müzakerelerin açılamayabileceğini duyurdu. Türkiye ile AB arasında artık ‘müzakerelerin yapılamadığı bir müzakere sürecinden' mi söz edeceğiz?

“Fasıllar üzerindeki müzakereler bir nevi stand-by durumunda. Fasılların bir kısmı siyasi olarak bloke edilmiş durumda. Ancak TBMM’de gerekli yasal değişikliklerin hayata geçirilmesi halinde ilerleme kaydedebileceğimiz fasıllar da var. Örneğin Sosyal Politika ve İstihdam faslı siyasi olarak engellenmiş değil. Türkiye’nin yasalarında kamu görevlilerine grev hakkının tanınması gerekiyor. Şimdiki Anayasa reform paketinde bu yer alıyor. Gerçekten yürürlüğe girdiğinde bu fasılda ilerleme kaydedilecektir. Yine Gıda Güvenliği, Kamu Alımları ve Rekabet fasılları da açılabilir nitelikte ama yine mecliste gerekli yasal düzenlemeler için buna mesai harcanması gerekiyor. Özetle evet Avrupa tarafından bir sıkıntı yaşıyoruz ama aynı zamanda Türk tarafında, mecliste bazı sıkıntılar mevcut.”

DW: Yılsonuna kadar Kıbrıs sorununa çözüm bulunamaması halinde müzakerelerin fiilen duracağı belirtiliyor. Böyle bir olasılık mevcut mu?

“Bu olasılığı önlemek için bir çözüm bulunmasını ümit ediyorum. Bu günümüz Avrupa’sı için çok kötü bir senaryo olur. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde yol alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu Türkiye’nin bizim siyasi kültürümüze güçlü bir şekilde bağlanmasının en iyi garantisidir. Avrupa ekonomik kriz sürecinden geçiyor bu aynı zamanda bizim kurumlarımızın kırılganlığını ortaya koyuyor. Tüm bu ciddi sorunlara rağmen serinkanlı hareket etmeli ve Avrupa’nın uzun vadeli çıkarlarını göz önünde bulundurmalıyız. Balkanlar’daki sorunları çözmek istiyorsak, dünyada nüfuzumuzu artırmak ve genişletmek istiyorsak Türkiye’nin AB üyeliği bizim kaçırmamamız gereken bir fırsattır.”

DW: Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? Türkiye'nin de dâhil olduğu bir AB vizyonu birliğe ne tür katkılar sağlayabilir?

“Örneğin Yunanistan’da bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Yunanistan’ın savunma harcamalarına bakarsanız çok orantısız ve yüksek olduğunu görürsünüz. Bunun için varsayılan neden ise Türk tehdidine karşı koymak. Bir düşünün Türkiye ile Yunanistan arasında barışçıl komşuluk ilişkilerini inşa edebilsek Yunanlara ne kadar büyük yardım sağlamış oluruz. Sihirli bir çözüm olur. Aynı şey Kıbrıs sorunu için de geçerli. Bizler stratejik düşünce için büyük bir çaba göstermeliyiz. Avrupa için stratejik açıdan akılcılık, Türk siyasetçileri ve halkın AB’ye üye olunması yönündeki iradesini ciddiye almayı gerekli kılıyor. Bu konuyu Avrupa büyük bir ciddiyetle düşünmeli.”

DW: Kamuoyu araştırmalarına göre Türk halkı son dönemde Batı'ya daha mesafeli. Öte yandan, uzun yıllardır Batı ittifakının bir parçası olan Türkiye’de eksen kayması olduğu yönünde analizler Batı basınında dikkat çekiyor. Siz Batı’da gündeme getirilen bu kaygıları paylaşıyor musunuz?

“Avrupa Türkiye’nin üyeliğini zorlaştırıyor sonra kalkıp Avrupa’ya soğuk baktıkları için Türk halkını suçluyoruz. Bu kısırdöngüyü kırmak zorundayız. Avrupa’ya bakış açısındaki değişim bizim de sorunumuz olmalı. Bu değişimin nedeni verilen farklı ve çok da anlaşılır olmayan mesajlar. Ben Avrupa’nın verdiği mesajlarda değişiklik yapmasının zaruri olduğunu düşünüyorum. Türkiye konusunda düşünceli değil aktif olmalıyız. Aksi takdirde zaman kaybetme tehlikesi var. Çünkü Türkiye’nin birlik üyesi olması yönündeki düşünce stratejik bir zemine dayanıyor ve değişikliğe gidilmemesi halinde Avrupa’nın bölgedeki çıkarlarını savunmak imkansız hale gelecektir. Ve bu büyük bir hata olur. Bu Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan hataları anımsatıyor. Lütfen Sevr Anlaşması gibi devasa boyuttaki hatayı tekrarlamayalım.”

DW: Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında son dönemde İsrail, İran nükleer krizi gibi konularda görüş ayrılıkları dikkat çekiyor. Türkiye’nin Batı’ya sırtını döndüğünü iddia edenler de var. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

“Türkiye Avrupa Birliği’nin liberal demokratik ülkeler kulübüne güçlü bir şekilde bağlanmalı. Türk devletinin derin düşüncesinin de bundan yana olduğunu düşünüyorum. Ama bizler de onların farklı bir şekilde düşünmelerine yol açmamalıyız. Türkiye’yi tarafımıza almak için elimizden geleni yapmalıyız. Avrupa’da bu stratejik bakış açısıyla bakılmasını sağlayacak yeni bir momentum yakalanmasını sağlayabilecek miyiz bilemiyorum.”

DW: Türkiye’nin İran’ın nükleer programı konusundaki söylemi AB’de nasıl algılanıyor?

“Bu konuda farklı pozisyonlara sahibiz, bu çok açık. Türkiye’nin pozisyonuna açıklık getirebilecek bazı nedenler olabilir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye Avrupa tarafında yer alıyordu ve çok önemli bir rol üstlenmişti. Ve o dönem hepimiz bundan büyük memnuniyet duyuyorduk. Şimdi Türkiye’ye ‘Avrupa kulübüne giremezsiniz’ diyoruz ama aynı zamanda Soğuk Savaş dönemindeki disiplin ve fedakarlığını ortaya koymasını istiyoruz. İşte bu çok çetrefilli bir durum. Bizler bir şekilde kaba güç yerine yumuşak güç yaklaşımını savunuyoruz ama komşumuz bundan söz edince kızıyoruz. Bu çok doğru değil ve bu nedenle AB Türkiye ile daha iyi bir ilişki inşa edebilmeli.

DW: Ankara son dönemde Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerle vize uygulamasını kaldırdı. ABD ve AB güvenlik kaygıları nedeniyle bu konuda çekincelerini dile getiriyor. Son durum nedir?

“Evet bu zor bir konu. Türklerin bir argümanı var. Meşru bir argüman mı bilemem. Hükümet, ‘AB sürecimiz ilerlemiyor pazarımızı bölgeye genişletmek istiyoruz. Ve doğru bildiğimizi yapıyoruz’ diyor. Bu bir nevi pazarlık pozisyonu yani ‘Biz bir yöne doğru ilerlemiyorsak diğer istikamette ilerleriz” mesajı veriliyor. Bizim güvenlik bağlamında endişelerimiz var. Psikolojik bakımdan farklı bir güvenlik algılamamız var. Bu nedenle tekrarlıyorum büyük bir stratejik vizyona sahip olmamız işte büyük önem taşıyor.”

DW: Bu arada Türkiye'de reform süreci devam ediyor. Anayasa reformu siyasi düzlemde ciddi gerilime yol açıyor. Uzlaşı atmosferinden uzak görünen Türk siyasetindeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’deki dönüşüm sürecine tanıklık ediyorum. Kazan kaynıyor. Özde yaşanan gelişimi görebilmek için mesafe almanız gerekiyor. Bu anlamda çok endişeli değilim. Bir hafta boyunca gazetelere bakmayıp sokaklarda gerçekte yaşananlara baktığınızda gerçekten iki farklı ülke görüyorsunuz. Sokaktaki gerçeklere baktığınızda gelişen bir ekonomi ve çatışmanın çok da hakim olmadığı bir toplumsal hayat görüyorsunuz. Saldırganlık sinyalleri almıyorsunuz.”

DW: AB sürecinde önem taşıyan konulardan biri de Kürt sorunu. Hükümetin Kürt açılımı konusundaki çabalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Kürt sorunu Türk siyasetinin en çetrefilli ve en büyük sorunu olarak göze çarpıyor. Çok büyük önem taşıyor ve çözümü güç. Zamana ve uzlaşıya ihtiyaç var. Ki bu uzlaşı sağlanamamış görünüyor. Bizim AB olarak alkışladığımız demokratikleşme sürecinin öncelikler sıralamasında ikinci üçüncü sıraya gerilemesi çok üzücü. Basına bakınca böyle algılıyoruz hükümetin tam olarak ne yaptığını bilmiyorum. Hükümet denedi ve ilk denemede başarılı olamadığı görülüyor. Ama benzer şeyler ülkemde yaşandı ve kaç denemede başarısız olduğumuzu saymama gerek bile yok. Bu çok uzun vadeli bir değişim sürecini gerekli kılıyor. Başarısızlığı eleştiremeyeceğim çünkü benzer şeyler ülkemde yaşandı.”

© Deutsche Welle Türkçe

Değer Akal / Ankara

Editör: Ahmet Günaltay